NEFİS İÇİN RAMAZAN…

Yayınlama: 03.02.2025
Düzenleme: 03.02.2025 15:58
A+
A-

“Nefistir seni yolda koyan / Yolda kalır nefse uyan.” Yolun tehlikeleri var. İnsan ise uzun bir yolun yolcusu.”…

İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder…”. (Mesnevî-i Nuriye)

Bu upuzun yolun en büyük tehlikesi ise nefistir.

Dünyadaki tehlikeleri saysak, dünya hayatını veya dünya hayatının konforunu tehdit eder. En fazla da ölüme sebep olur. Fakat nefsin tehlikesi ebedi hayatı riske atar. Nefs-i  emmare insanın ebedi hayatını tehdit eder. Hatta iblis’i şeytana çeviren de onun nefsidir.

İşte bu uzun yolculukta nefis insanı yolda bırakır. İmandan alıkoyar. İbadeti yaptırmaz. Hesabı, mahşeri unutturur. Cennetten cehennemden habersiz bırakır. Yunus Emre bunu çok veciz olarak söylemiş:

“Nefistir seni yolda koyan / Yolda kalır nefse uyan.”

Nefs-i emmari’yi tanımak zordur. Çünkü içimizdedir, bizdedir. Bize ait bir duygumuzdur. Ama onu tanımamak daha zordur. Nefsi küçük gören de onu tanımamıştır.

*****

Bir adam bir gece vakti sahile oturmuş. Denizi seyretmeye başlamış. O sırada oturduğu yerde eline bir taş değmiş. Tutup bunu denize atmış. Gelen ses hoşuna gidince elini tekrar kumlarda gezdirmiş. Başka taşlar da varmış. Başlamış bunları denize atmaya. Yaşadıklarını düşünürken, bu taşları denize atmak onu rahatlatıyormuş. Üstelik suya düştüğünde çıkan ses de ona garip bir zevk veriyormuş…

Böyle yavaş yavaş pek çok taşı denize fırlattıktan sonra, yeni bir taşı daha fırlatmak için eline kaldırdığı sırada ay bulutların arasından çıkmış. Adam attığı şeyin taş olmadığını farketmiş. Dikkatle baktığında ise onun Elmas olduğunu görmüş… Meğer attıkları hep değerli taşlarmış…

*****

Hayat karşısındaki durumumuza bakınca bu adamdan pek bir farkımız yok gibi. Hayat denizine sürekli fırlattıklarımız ömrümüzün saatleri, günleri, ayları… Bir de ömrümüzün gitmesini değil, sadece nefsimizin zevk almasını düşünüyoruz. Nefsimizin aldığı zevk ile yetiniyoruz..

Oysa hayatımız, nefsimize vereceği zevk ve lezzetten çok daha değerli, çok daha büyük anlamlar, çok yüce hedefler için veriliyor. Bazen bilgisayarın karşısına geçip klavyeye rastgele basan ve ding ding diye çıkan sesler hoşuna gittiği için bunu sürekli tekrarlayan çocuk gibi oluyor insan. Oysa o bilgisayar ding ding sesi çıkaran bir oyuncaktan çok daha büyük bir şey, çok daha önemli işler için yapılmış.  Nefs-i emmare işte böyle ‘hayat’ı zevk veren basit bir oyuncağa çeviriyor…

*****

Şimdi Ramazan-ı Şerif’teyiz.

Rabb’imizin rahmet tecellisi olarak aynı zamanda nefsin terbiyesine bakan yönü de var Ramazan ayının.

Maneviyata yönelen mü’minin gözünde,  yolda bırakanın kim olduğu, yolda kalmamak için neler yapmak gerektiği netleşiyor. Bu konuda daha kararlı ve güçlü adımlar atma imkanı buluyor. Ve Ramazan ayı, tüm ömrümüzü mayalamak için fırsat oluyor.

Söz buraya gelmişken Ramazan’ın anlamını kavramak için Bediüzzaman Hazretlerinin Ramazan risalesini mutlaka okumalısınız. Şimdi o risaleden Ramazan orucunun nefsin terbiyesine bakan kısmından alıntı yaparak yazımızı bitirelim:

“… Ramazan-ı Şerif’in orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubûdiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Nefis Rabbi’sini tanımak istemiyor. Firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerif’teki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd olduğunu bildirir.

Hadisin rivayetlerinde vardır ki:

Cenab-ı Hak nefse demiş ki:

“Ben neyim, sen nesin?”

Nefis demiş: “Ben benim, Sen sensin.”

Azap vermiş. Cehenneme atmış.

Yine sormuş. Yine demiş:

“Ene ene, ente ente.” Yani,

“Ben benim, Sen sensin.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş.

Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş:

“Men ene? ve mâ ente? Yani,

“Ben kimim, sen kimsin.”

Nefis demiş: “Ente Rabbi’r RahÎm; ve ene abdüke’l -aciz.”  Yani,

“Sen, benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.”

Dolayısıyla nefis açlıkla terbiye olunmuş.

*****

“Ve orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan (haramlardan),  mâlâyaniyetten çekmek ve her birisine mahsus ubûdiyete sevk etmektir. MESELÂ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’an ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek;  mesela, gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz söylemeye ve Kur’an dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgahlar kolayca ona ittiba ettirilebilir.”  (29. mektup Ramazan Risalesi)

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.