Bir çiçek, bir kelebek, minik ve sevimli bir yavru, bir bebek,
“GEL BENİ SEV” Diyorsa eğer…
“Beni bu kadar harika bir şekilde yaratanı sev” demektir o. Yıldızlar, aylar, kuşlar, baharlar aynı şeyi söylüyorsa… “Beni böyle güzel yaratıp, sana da sevdireni sev” demektir o. Sevgiye bir davettir her varlık. Her Varlık kendi güzelliği ile. Kendini yaratanı sevmeye çağırır bizi.
İlk insandan bu yana kadar.
100 milyar insan yaşamış. Onca kişi, nerede şimdi? Demek ki: Yolcuyuz cümlemiz. Misafiriz hepimiz. Ne kalan var şu dünyada, ne de duran. Güneş gibi parlak tevhid nuru parlıyor anlayana. İnancın gözüyle olaylara bakana…
Kim bunca hayat sahibini dünyaya gönderen?
Kim vakti gelince, getirdiğini götüren?
İnsan bu, nazlı bir bebek. Kolay değil onu ağırlayıp misafir etmek. Her anı, milyon hizmet ister. Kışın üşür, yazın terler. Her organı ayrı bir bakım ister. Gözleri güneşi. Burnu havayı. Dünyaya geldiğinde o yumuş, o pamuk elleri. Bir eli tutmayı ister. Şefkatli bir anneyi hep yanında görmek ister.
Kalbi sevgiyi.
Midesi nimetleri.
Kulakları sesleri.
Dili söylemeyi ister.
Binlerce şeyi ister de ister.
O yıldızları bol olan oteller, insanın misafir edildiği şu dünyanın yanında kulübe gibi değiller. Yaratıldığı ilk günden beri her insan, her türlü tedbiri önceden alınmış son sistem konforlu bir dünyanın içinde yaşar ve yaşatılır.
Hem de, tam bir bebek nezaketi içinde. En nazik ve en nazlı bir misafir gibi ağırlanır durur. Bu muhteşem dünyada. Öyle üç gün beş gün de değil. Bir ömür boyu. O her gün de; aynı özen, aynı dikkat ve aynı bakım içinde sürer insanın hayatı. Dışımız böyle olduğu gibi içimiz de öyledir. Yüz trilyon hücremiz bir an olsun ihmal edilmez. Tek tek bakılır, kontrol edilir bir arıza var mı diye… Ne gerekiyorsa o yapılır. Hiç birinden haberi dahi olmak bu nazik misafirin. Ama hayatı son derece konfor içinde devam eder.
Gözünü açtığında şefkatli bir anne bulur başucunda. Neye ihtiyacı varsa her tedbir önceden alınmıştır. Bu kadar özen, bu kadar dikkat ve inceliği fark edecek bir kalbi de vardır bu misafirin. Kalbi ile hisseder, aklıyla anlar bu kadar nimeti hiçbir bedel beklemeden ona verenin kim olduğunu? Yâdına düşer bir gün O’nu tanımak. O’nu bilmek ister. Çevresinde ne varsa her şeyden sorar. Her şey kendi diliyle yaratanını anlatır ona. İşte o zaman her şey yerli yerine oturur. Hayat, hayat olur.
Hayat, imanla hayat bulur.
İnsanın dünyaya gelişinin sırrı o zaman anlaşılır. Hikmeti o zaman bilinir. İşte hayat böyledir. Kendisine küçük bir ikramda bulunana karşı, kalbinde muhabbet duyan bu insan. Rabb’inin kendisine sunduğu dünyalar dolusu bu sayısız ikram ve nimete karşı muhabbeti de elbette ona göre olur. İnsan o sırra erince. İşte hayat, o zaman hayat olur. Ve insan… Sonsuz bir muhabbet ve sonsuz bir özlem duyar Rabbine karşı. Bir hasretin yâdı vardır insanın içinde…Kimseler bilmezken onu bilen, böyle güzel bir dünyaya onu göndermeyi dileyen kimdir?
O’nu merak eder.
O’nu tanımak ister.
Her bir şey de Rabb’inin kendisine olan sevgisini ve şefkatini görür. Rabbini merak eder. O’nu tanıyıp bilmek ister. Tanıdıkça, daha da çok sevmek ister. Her şey, bir şeyler anlatır bize.
Niçin bu kadar güzeldir bu Dünya?
Niçin sevilir bütün güzeller?
Ve insan ruhu duymaz sevmekle niçin?
Şu koca dünya bile, bir insanın kalbini doyuramayacak kadar küçük kalır. O küçücük kalpte sonsuz bir sevgi barınır. Sonsuzun yanında Dünya bile küçük kalır. Bir sevdi mi, bir gönül verdi mi, gözünde ne Dünya kalır o insanın, ne de o dünyanın içindekiler. Sığmaz bu sevgi, bu dar dünyaya. Dünyayı aşar ve bu sevgi oradan da taşar. Her varlık bir şey anlatır, bir şey söyler bize… Sevgiye bir davettir, bir çağrıdır her varlık. Göz önündeki her güzellik. Konuşur bizimle… Bir yıldız, bir çiçek kendi haliyle.
Sevginin adresi bellidir. Bir bardağa nasıl sığmazsa denizler. Kalpteki sevgi de, dünya ve içindekilere sığmaz. İnsanın kalbindeki o sevgi bir işarettir. Fânileri değil, Bâkiyi ve sonsuzu gösterir. İşareti izleyenler mutlu sona erişir. Her şey sevinmeye lâyık olacak kadar güzeldir. Ama önemli olan bir şey vardır. O da, onları yaratan, onlardan daha fazla o sevgiye layıktır.
Sonsuz sevgiye lâyık olan kim? İnsanın dünya hayatındaki en önemli sorusudur bu. Bu Sorunun cevabı, insanı “Gel beni sev” der, kendi diliyle. Ama sevilen de, seven gibi fanidir. Su gibi akar gider. Ele geçmez, geçse de zaten elde durmaz. Dursa da, bütün bir kalbi dolduran o sevgi seli, bir küçücük varlıkla huzur bulmaz.
Bellidir. Besbellidir ki o kalp; daha ötede bir şeyler ister. Bir şeyler arar sevmek için. Ona bağlanmak için.
Bir çiçek, bir kelebek, minik ve sevimli bir yavru, bir bebek.
“Gel beni sev” diyorsa eğer…
“Beni bu kadar harika bir şekilde yaratanı sev”demektir o. Yıldızlar, aylar, kuşlar, baharlar aynı şeyi söylüyorsa…
“Beni böyle güzel yaratıp, sana da sevdireni sev” demektir o. Sevgiye bir davettir her varlık. Her varlık kendi güzelliğiyle, kendini yaratanı sevmeye çağırır bizi. Güzelliğin doğru ve ebedi olan adresine götürür bizi. O güzellikleri yaratanı anlatmak için bir dil yetmez, binlerce dil yetmez, hatta ve hatta bu kâinat da yetmez. Sevgiye davettir her bir varlık ve her bir güzellik.
Her sevgi O’nun sevgisinden bir iz taşır.
O’ nun kullarına olan muhabbetini dile getirir. O’nun nasıl bir sevgiyle sevilmeye lâyık olduğunu anlatır, kendi halince ve kendi dilince. Yine de yetersiz kalır.
Fakat kâinata sığmayan bir sevgiyi hissetmek için, imanın nuruyla aydınlanmış bir kalp yeter. O kalbin sahibi, kalbini yaratanı ve o kalbin içine o sevgiyi koyanı buldukça tatmin edilmiş olur… Eğer paslanmamışsa ya da yanlış adreslerde ve sevgilerde o kalp parçalanmamışsa…
Kalbimiz bize değil O’na aittir.
Huzur oradadır ve O’ndadır.
Bir bardağa nasıl sığmazsa denizler. Kalpteki sevgi de: dünya ve içindekilere sığmaz.
İnsanın kalbindeki o sevgi bir işarettir. Fânileri değil, bâkiyi ve sonsuzu gösterir.
İşareti izleyenler mutlu sona erişir. Her şey sevilmeye lâyık olacak kadar güzeldir. Ama önemli olan bir şey vardır. O da, onları yaratan, onlardan daha fazla o sevgiye layıktır.