Ramazan-ı Mübarek enin Savmı (orucu) Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki; Bir padişahın matbahından (mutfağından) bir tablacının getirdiği taamlar (yiyecekler) bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu i’nam (nimeti vereni) edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenab-ı Hakk hadsiz enva’-ı nimetini nev’-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiyatı olarak, şükür istiyor. O nimetlerin zahirî esbabı ve ashabı, (sahibi) tablacı hükmünde dirler.
O tablacılara bir fiyat veriyoruz. Onlara minnettar oluyoruz. Hatta müstahak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki Mün’im-i Hakikî, o esbab’tan hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır.
İŞTE ONA TEŞEKKÜR ETMEK; O nimetleri doğrudan doğruya ondan binmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.
İşte Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakiki ve Hâlis, azametli ve umumi bir şükrün anahtardır. Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakiki açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor.
Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususen zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Halbuki iftar vaktinde o kuru ekmek, bir mü’minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlahiye olduğunu kuvve-i zaikası (dili) şahadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerif’te O nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir Şükr-ü maneviye mazhar olur.
Hem gündüzdeki yemekten memnuiyeti (yasaklığı) cihetiyle; O nimetler benim mülküm değil, ben bunların tenavülünde (yemek yemek) hür değilim; demek başkasının malıdır ve in’âmıdır. Onun emrini bekliyorum.” diye nimeti nimet bilir; bir şükrü manevi eder.
İşte bu suretle oruç, çok cihetlerle hakiki vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer.
ÜÇÜNCÜ NUKTE
Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetiyle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki; İnsanlar, maişet cihetinde muhtelif bir surette hâlkedilmiştir. Cenab-ı Hakk o ihtilafa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler.
Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulanabilir ki; açlık ve fakirlik ne kadar elim ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez.
Bu cihette insaniyetteki hem cinsine şefkat ise şükr-ü hakiki’nin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir. Ona karşı şefkate mükelleftir.
Eğer nefsine açlık ettirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz. Çünkü hakiki o haleti kendi nefsinde hissetmiyor.
DÖRDÜNCÜ NUKTE
Ramazan-ı Şerif’teki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki; Nefis, kendini hür ve serbest ister. Ve öyle telakki eder. Hatta mevhum (aslı olmayan)bir rububiyet ve keyfemayeşa hareketi, fitri olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmiş ise; bütün bütün gasıbane, hırsızcasına nimet-i İlahiyeyi hayvan gibi yutar.
İşte Ramazan-ı Şerif’te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki; Kendisi Mâlik değil, memlüktür. Hür değil, abdir. Emir olunmazsa en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz. Elini suya uzatamaz diye mevhum rububiyeti kırılır, ubudiyeti takınır, hakiki vazifesi olan şükre girer.