HANGİ SONSUZLUK?

Yayınlama: 23.07.2024
Düzenleme: 18.07.2024 16:58
A+
A-

Yaratan ve öldüren Rabbim, Cemal ve Celâl sıfatları ile ruhumu zıtlıklarla kuşatıp, bedenime hapsetmiş.

Ruhumun  ilk aşkı, bir gün ölecek ve çürüyecek olan bedenime  ey yâr! Seni de yâr kılan bu yanlış tutkumun yansıması olmasın!

Kendine sor: Benden istediğin, çürüyecek olan tenim midir? Yoksa ona tutkun olan ruhum mu?

Ve yine kendine sor: Senden istediğim, çürüyecek bedenime eş midir? Yoksa ruhumu, hapsolduğu bedenimden kurtaracak bir yol arkadaşı mı?

“İşte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile kendini nefs âlemine attı ve nefse esir oldu. Hatta kendinden geçti. Kendisini unuttu. Nefs-i emmâre hâlini aldı. Sanki nefs-i emmâre oldu. Ruh, her şeyden daha Lâtif, (maddenin en hafifi olan hidrojen gazından, hatta bir elektrondan da daha hafif) olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahû Teâlâ’ya olan bilgisini de unuttu.

Cahil ve Gâfil oldu. Nefs gibi cehalet karanlığı ile karardı. Allahû Teâlâ, çok merhametli olduğu, çok acıdığı için, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vesselâtü vetteslimat”  gönderip, bu büyükler vasıtası ile ruhu kendine çağırdı ve mâşuku, sevgilisi olan nefse uyumasını, nefsi dinlememesini ona emretti.”

Gecelerimi ve gündüzlerimi kuşatıyorsun; lâkin sorularım cevapsız kalıyor! Haydi söyle; biz birbirimiz için mi yaratıldık? Ve vuslat hangi yangını dindirecek?

Arabesk bir türkünün hüznünü kovmak için mi bu iptilâ ey yâr?

“Tasavvuf yolunda Yaradana aşk ve muhabbet, kulluk makamına kavuşmak için birer aracıdırlar. Bir kimsenin Allah-û Teâlâ’ya kul olması için, Ondan başka şeylere kul olmaktan ve bağlanmaktan tam kurtulması lazımdır. Aşk ve muhabbet, bu bağlılıkları kesmekten başka bir işe yaramaz.”

Söyle şimdi, biz ne için yaratıldık?

Veya gülendâm, ya bu ateş cehennemi tutuşturacaksa sonsuzluk için?

Yazık değil mi muhabbetimize?

Halbuki “Cennette yârim olur musun?” Desem…

Duygulardan önce, kelimeleri terbiye etmeye var mısın?

Benimle cennete var mısın?

“İlahi nedir bu aşk, yaktı cismü cânımı? Bundaki zevk başkadır, duyulur izhar olmaz.

Ne tarafa giderim, bırakıp sultanımı,

Seni sevdi bu gönül, ölse ele yâr olmaz!”

“Bir gün, Hasan-ı Basri Hz., Dicle kenarında gemi bekliyordu. Habib-i Acem’i çıkageldi. Ve “Ne bekliyorsun? dedi. Hasan-ı Basri “Gemiye bineceğim. Onu bekliyorum.”  deyince, Habip, “Gemiye ne hâcet. Sen yakîn mertebesine varamamışsın” dedi. Hasan-ı Basri de, “Sen de ilmül yakîn mertebesine varamamışsın” dedi.

Habip, gemiyi beklemeyip suyun üzerinde yürüyüp karşıya geçti. Hasan’ı Basri ise gemiyi beklemeye devam etti. Çünkü o tasavvuf yolculuğunda çıktığı mertebeden tekrar sebepler âlemine kadar inmiş olduğundan, onun işleri sebepler tesiri ile oluyordu.

Habib-i Acem’i ise işlerin yaratılmasında sebeplerin aradan kalktığı makamdan henüz inemediğinden, onun işleri sebepsiz yaratılıyordu.

Hasan’ın derecesi Habip’ten daha yüksektir. Çünkü o ilim makamındadır. Yani ayn-el yakîni, ilm-el yakîn ile birleşmiştir.

Velhasıl, Allah-ü Teâlâ kudretini Hikmet altında gizlemekte, her şeyi sebeplerle yaratmaktadır.

Hasan-ı Basri bu hikmete uygun davranmaktadır. Habip ise, aşk-ı İlâhinin sarhoşudur.”

Gülendâm söyle şimdi; karşıya geçmek için kime Hasan olmalı? Kime Habib gibi yanmalı?

Adını haykırıp ateşinle kavrulsam, su beni taşır mı?

Hangi geminin yolcusu olurum?

“Aşk öyle bir ateştir ki, yanarsa eğer, Maşuktan başka her şeyi yakar, kül eder.”

İman selameti ile kalınız…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.