ENGEL OLMUYOR?

Yayınlama: 08.01.2025
Düzenleme: 05.01.2025 13:26
A+
A-

Vicdan sahibi, merhamet sahibi her insan; masum ve mazlumların başlarına gelen musibetlerde aynı ızdırabı haykırıyor:

“Bu masumlara meded eden yok mu? Neden Rabbimiz bu kötülüklere müsaade ediyor? Neden engel olmuyor? Neden masum insanlar savaşlarda, deprem ve sel gibi musibetlerde ölüyor, öldürülüyor. Malları ellerinden gidiyor? Neden…”

Evet, bu ardı arkası gelmeyen bu sorular merhametin kalplerden taşıp, coşmasının ve çaresizliğin sebebi olduğu haykırışlardır.

Öncelikle biz inananların şunda şüphesinin olmaması lazım: Kendisini; Kitabında 114 surenin başında Rahman ve Rahim olarak takdim eden, her yavrunun rızkını doğar doğmaz annesinin sinesinden akıtan, hayvanlardan bitkilere kadar her canlının her ihtiyacını karşılayan Rabbimiz, merhametlilerin en merhametlisidir.

Zulüm, insafsızlık ve adaletsizlikten münezzehtir.

O halde “Bunca şer gözüken hadiseleri nasıl değerlendirmemiz lazım?” diye düşünürken yüce Kitabımızda cevabını buluruz:

“… Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız, şer diye görürsünüz. Oysaki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, onda hayır var diye görürsünüz. Oysaki o sizin için bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz  (Bakara, 216)

Bu ayet bize şerlerin altında hayırlar olduğunu, olabileceğini hatırlatır. Savaşa asker göndermek şerdir.  Ama eğer bu şerre göğüs gerilmez ise, düşman yurdu istila eder.

Mal, namus payimal olur ve daha büyük şeylere sebep olur. Demek ki, şer gözüken cihada asker göndermenin neticesi hayırdır. Bunu biz her olayda göremeyiz, anlayamayız. Bize düşen o şer gibi gözüken hadiselerde kaderin hükmüne güvenmek, gerektiği zaman boyun eğmektir.

Yine mesela kangren olan elin kesilmesi zahiren şerdir. Çünkü el gidecektir, sakat kalınacaktır. Ama el kesilmez ise, kangren kola yayılır kol gider. Kolu kurtarmak için el kesilecek. Küçük şer büyük şerre engel olacak. Şerrin altından hayır çıkacaktır.

Kur’an-ı Kerim’de, Hz Musa ve  Hızır (As) kıssası, bize şer gibi gözüken hadiselerin altındaki hayırları gösteren harika misallerle doludur. (Kehf suresi, 60– 82)

Sonrasında şunu da hatırda tutmamız lazım: Bu dünya imtihan dünyasıdır. Her an sınavdayız. Başımıza gelen her şey, tüm kötülükler, günahlar, haramlar, musibetler, belalar ve şerler de bu sınavın soruları… Vereceğimiz cevaplar da bu Dünya okulundan mezuniyet notumuzu belirliyor.

Sınavda “Neden sorular var? Öğretmenlerimiz bizi sevmiyorlar mı?

İdarecilerimiz ne kadar merhametsiz? Bizim mezun olmamızı istemiyorlar, bize zulmediyorlar…; demediğimiz /diyemediğimiz gibi “Neden bu imtihanlar var? Neden bu musibetler  bu kadar çetin?”  de dememek gerekiyor.

Eğer her musibette sadece inanmayanlar ve kötüler ceza görseydi ve masumlar görmeseydi, o zaman imtihan olur muydu?

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155)

Şunu da unutmama gerekir ki; her şey ya bizzat güzeldir veya neticeleri, sonuçları itibariyle… Böyle musibetler elbette bizzat güzel değil. Ancak sonuç itibariyle çok güzel neticeler vücuda getirir. Mesela masumların başlarına gelen bütün musibetler, onların manevi mertebesinin artmasına, günahlarının silinmesine, belki şehadet ile cennete, yani ebedi saadet yurduna gitmelerine vesile olur.

Yine aynı şekilde böyle musibetlerde zayi olan mallar sadaka hükmüne geçer. Yani fani mal ebedileşir, ebedi âlemde saraylara dönüşür.

Maraş depreminde her şeyini kaybeden birine halini hatırını soruyorlardı. Verdiği cevap mümin bir kalbin sesiydi. “Ben ömrümce ne kadar sadaka versem de bir defa da tüm malımı sadaka veremezdim. Allah’a hamdolsun tüm malımı sadaka olarak aldı…”Allah kabul etsin… Bu teselliyi imandan başka ne verebilir?

Eğer bu musibetlere maruz kalan biz isek; o zaman da musibetlerin günahlarımıza, hatalarımıza kefaret olduğunu ve ahiretteki makamımızın yükselmesine vesile olduğunu düşünmeli teselli bulmalıyız. Bakın şu hadis bizlere bu hakikati müjde vermektedir.

“Ümmetim, merhamete uğramış bir ümmettir. Ahirette azap görmeyecektir. Onun azabı (hatalarının karşılığı,/cezası), dünyada başına gelen fitneler, ağır imtihanlar, depremler, masum yere öldürülmeler gibi felaketler şeklinde verilir. (Ebu Davud, Fiten, 7)

Yine Ebu Hureyre’nin (Ra) naklettiğine göre Peygamberimiz (ASM) şöyle buyurdu:

“Bir Müslümana herhangi bir musibet, bir sıkıntı, bir keder, bir üzüntü, bir eziyet, bir gam dokunursa, hatta kendisine bir diken bile batarsa, mutlaka Allah, bunları onun günahlarına kefaret yapar. (Buharî,  Müslim)

O halde;  musibetzedelere merhamet etmek, elimizden gelirse maddi ve manevi destek olmak vazifemizdir. Eğer musibetzede kendimiz isek;  sabretmek ve mükafatını düşünmek gerekir. Ancak mükafata Nail olmanın sırrı şudur ki; haddimizi aşmamalı, Rabbimizi hesaba çeker gibi ifadeler kullanmamalıyız. Allah’ın rahmetinden ileri rahmet olmayacağını, olamayacağını bilmeliyiz.

VESSELAM…

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.