Vücut varlık, adem ise yokluk demektir. Nefiy İse kabul etmemek, inkâr etmek anlamına gelir.
Bütün şerlerin ve çirkinliklerin esasının adem olduğuna birkaç misal verelim:
*İman etmek vücuttur ve hayırdır. İmansızlık ise ademdir ve şerdir.
*Allah’ı bir bilmek vücut, şeriklere inanmak ise ademdir. Zira şeriklerin vücudu (varlığı) yoktur, onlara inanmak ademe inanmak demektir.
*Adalet vücut, zulüm ademdir. Zira zulüm adaletsizlik demektir ve adem’e dayanır.
*Aynı şekilde, ahlâklı olmak vücut, ahlâksızlık ise ademdir.
*Dalâlet, doğru olmayan düşünce demektir ve bütün yanlış fikirler hakikatten uzak olup adem’e dayanırlar.
*Hastalıklar sıhhatin kaybolması ile, isyanlar da itaat etmemekle ortaya çıkarlar. Her iki grup da adem’e dayanırlar.
Örnekler artırılabilir. Şu var ki;
Meselâ, yalan söyleyen bir insanın kendisi, yok değildir, vardır. Konuştuğu şey de adem değildir. Ancak, o sözün mahiyeti adem’e dayanmaktadır. Zira yalan, “doğru söylememek” demektir. Söylenen o sözün hakikati olmadığından, o söz adem hesabına geçer.
“Biri hayra ve vücuda bakar. O yüz ile yalnız feyze kabildir. Vereni kabul eder. Kendi icat edemez. O yüzde fâil değil; icaddan eli kısadır.”
“Bir yüzü de şerre bakar ve adem’e gider. Şu yüzde o faildir, fiil sahibidir.”
“Her hayır O’nun elindedir.” hükmünce, vücut ve ona dayanan her şey Allah’ın elindedir. İnsan ise kendisine cüz-i irade verildiğinden, bu hayırları kabul veya reddetme noktasında serbest bırakılmıştır ve bu konuda bir imtihan geçirmektedir. İnsan, bir hayrı kabul ettiğinde onu Allah yaratır. O hayırda insanın hissesi yok hükmündedir.
Meselâ, Bir aynayı şuurlu kabul edelim. Işığa kavuşmaya hâyır, karanlıkta kalmaya şer diyelim. Bu ayna, iradesini doğru kullanarak güneşe yüzünü döndüğünde aydınlanır ve ısınır. Ama bunların meydana gelmesinde onun hissesi çok azdır. Yaptığı tek şey “verilerini kabul etmek” manasında güneşin ışığını almayı kabul etmektir. Bu ayna güneşe sırtını çevirdiğinde ise karanlıkta kalır. Işıktan mahrumiyet bir ademdir ve o ayna bu adem’in, bu şerrin fâili olur.
İnsanın işlediği bütün hayırlar da kalbini ve aklını o hayra yönlendirmesine dayanır. Onun ötesindeki bütün safhaları Allah yaratır. Mesela, bir insan namaz kılmaya niyet ettiğinde, bunun ötesindeki her şey Allah’ın yaratmasıyla tahakkuk eder. Namazda yaptığı hareketleri O yarattığı gibi, okuduğu sûreleri de inzal eden yine O’dur. Ama namaz kılmamaya karar verdiğinde kılmamanın sorumlusu o olur. Göz kapamanın görmemeye illet olması gibi, namaz kılmamak da bu farzın sevabından mahrum kalmaya illet olur.
Bu vesile ile hâyrı da şerri de Allah’ın yarattığı meselesi üzerinde kısaca duralım:
Bir misal olarak yürüme hadisesine bakalım. Yürüme için gerekli bütün şartları yaratan Allah’tır. Yürüyen kişinin beyninden ayaklarına kadar bütün organlarını çalıştıran, Güneş ile ona yol gösteren, hava ile kanını temizleyen de O’dur. Kısacası yürümeyi yaratan Allah’tır. İnsan yürüyerek camiye de, meyhaneye de gitse, her iki fiilin yaratıcısı da O’dur. Birincisi hâyır, ikincisi şerdir. Camiye giden hâyır işlemiş, meyhaneye giden şer işlemiştir.
Kader Risalesinde geçtiği gibi “Kesbi şer şerdir, hâlkı şer, şer değildir” Yani şerri yaratmak değil, işlemek şerdir. O halde, meyhaneye gitmeyi kesb etmek şerdir. Ama o gitme fiilini yaratmak şer değildir. Zira yürüme fiili bir kudret mucizesidir ve milyonlarca kimyevî reaksiyonla tahakkuk etmektedir.
“Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler (günahlar) ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir”