Yumurtadan çıkar çıkmaz su arayan ördek yavrusu gibi, ruhun da sonsuzluk yurdunu arıyor.
Bütün bedenlerin yeniden yaratılması, bu bedenlerle ruhların buluşturulması sonra hepsinin mahşer meydanında toplanması… Hakikaten büyük olaylar bunlar…
Kimi insanlar haşri, ölümden sonra dirilişi kabul etmekte zorlanıyor. Akıldan uzak görüyorlar. Bunun sebebi, insanın aczidir. Yanlış bir kıyasın kurbanı oluyorlar. Yüz milyarlarca insanın bedenlerini yeniden yaratma fiilini kendi imkanlarıyla gerçekleştirmeye çalışıyor. Bildikleri bütün yolları hayal ediyor, yapamıyorlar.
“Ben yapamıyorum, öyleyse yapılamaz.” noktasına varıyorlar. Eski zamanlarda da böyleydi. Kur’an, helâk edilen kavimleri anlatırken, onların dirilişi nasıl inkâr ettiklerinden de söz eder.
Peygamber Efendimiz zamanındaki müşrikler de, içinde inkâr kokusu olan bir üslupla “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye sormuşlardı da bunun üzerine ayet inmişti.
“Onları önceden kim yarattıysa o diriltecek. O her türlü yaratmayı bilendir.”
Bunlar, kendileri beceremediği için Ay’a gidişi kabul etmeyen kimselere benziyorlar. Bir zamanlar bilgiden, teknikten yoksun bazı kimselerin “Ben yapamıyorum, öyleyse başkası da yapamaz.” diye düşünüp aya gidişi reddettiklerini görmüştüm. Bildikleri her yöntemi hayalen deniyor, çare bulamıyor. Bu yüzden de açık bir gerçeği kabule yanaşmıyorlardı.
İnsanın aklı bilebildikleriyle ve kendi zamanıyla sınırlıdır. Dün söylenince akla inanılmaz gelen olayların bugün sıradan gerçekler haline gelmesinin sebebi budur.
Eski zaman insanlarına akıllı cep telefonu anlatsak da, “El kadar bir aletle dünyanın öbür ucundaki kimselerle konuşacaksın” desek, bazıları inkar edecek ve elbette yanılacaklardı. Bunu söylemekle, ‘Her söylenene sorgusuz sualsiz inanalım’ demek istemiyorum. Dış duyularla alınan bilgilerin ve sınırlı aklın niçin tek ölçü olamayacağını hatırlatmaya çalışıyorum.
Evet, insaflı bir akıl, Rabbinin yeryüzündeki harika eserlerini incelerse anlar ki, bunları böyle yapan zatın ilmi, iradesi, kudreti sınırsızdır. Kıyamet günü insanı yeniden yaratabilir ve yaratacaktır. Tecbihte hata olmasın. Bir orduda bir asker, bir düdükle nasıl ki, bütün askerleri bir anda ‘hazır olda’ toplayabiliyor ise, kıyamet günü Yüce Allah’ın emri ve izni ile Sûr’a üflenerek bir anda bütün bedenler haşrolunacak. İkinci yaratılış, birinci yaratılıştan daha ehven ve kolaydır.
Allah her şeye Kâdirdir, Muktedirdir, gücü yetendir. Her şey ona kolaydır ve Musahhardır. Bir şeye “Kün” yani “Ol” der, hemen oluverir.
Dünya, kıyamet sürecinde olacakların numuneleri ile dolu. Kur’an, ölümden sonra dirilişin bazı örneklerini gösteriyor. Kalbi kabule, aklı teslime hazırlıyor. Bizi yeniden yaratacak olan zâtın her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir ilâh olduğunu ispat ediyor. Misalleri çok.
Bahara bak! Zamanı gelince kış mevsimi fırtınasını, soğuğunu, karını toplar, gider. Toprak uyanır, gevşer, çözülür. Kuru ağaçlara su ile birlikte hayat da yürür. Tohumlar açılır, yumurtalar çatlar, canlılar dış dünyaya adım atar. Her biri kendine özgü formunu bulur, formasını giyer.
Bahar, kışın ölen canlıların ‘ölümden sonra Diriliş’ sırrına mazhar oluşudur. Bunları böyle yapan zat elbette ölüleri de diriltebilir.
‘Ölümden sonrasını hayal edemiyorum’ diyorsun. Bunun sebebi, senin sadece dünyayı tanıman. Ebedi âlemi görmedin, bilmiyorsun. Dünya ölçüleri ile ahiret hayal edilemez. Dünya çekirdekse ahiret bir ağaç. Hiç ağaç görmeyen kişi ağacı nasıl hayal etsin!
Henüz ana rahminde olan akıllı bir bebek düşün. Dünyası bulunduğu yerden ibaret. Bu dünyayı görmediği için bilemez. Ne güneşi, ne toprağı, ne havayı, ne hayvanları, ne de bitkileri tanır. Mümkün olsa da ona bunları anlatsak havsalası almaz.
Bizim için ‘sıradan’ bilgiler bebek için ‘inanılmaz’dır. Bizim ‘doğum’ dediğimiz olay onun için ‘ölüm’dür. Çünkü dünyasından ayrılacak. Bu ayrılık onu korkutur. Dikkat ederseniz, Dünyaya gelen bütün bebekler ağlar. Çünkü korkuyor. Yeni bir âleme geliyor. Dünya âlemine. Fakat gerçeği bilirse korkusu gider.
Anne karnı ile Dünya arasındaki fark ve büyüklük ne kadar ise, Dünya ve ahiret yurdu arasinda ki fark da, o kadar büyüktür ve o kadar farklıdır. Düşünebiliyor musunuz? Ahiret ne kadar büyüktür.
Biz de şu dünyanın rahminde bebek gibiyiz. Bizim ‘ölüm’ dediğimiz olay ahirettekiler açısından bir ‘doğum’dur. Kâbir tünelinden ahiret âlemine gidiyoruz.
Bebek, ana rahminde iken kendini inceler de düşünürse bu dünyanın varlığını anlayabilir.
Bakar ki el, kol, ayak, göz, kulak, ağız ve benzeri organlar orada işe yaramıyor. Başka bir yerde kullanılmak üzere verilmiş, anlar.
Sen de o bebek gibi kendini inceler, duygularına, isteklerine dikkat edersen ahiretin varlığını sezebilirsin.
Yumurtadan çıkar çıkmaz su arayan ördek yavrusu gibi ruhun da sonsuzluk yurdunu arıyor. Hayatı tadıyor fakat doymadan gidiyorsun. Ölürken bile yaşama içtiyakı ile dolusun.
Midendeki açlık hissi nasıl yiyeceklerin varlığına alametse, kalbindeki sonsuzluk arzusu da öyle ahirete alamet. Sonsuza uzanmış arzuların, emellerin, umutların var. Kalbin ‘Ebediyen yaşamak istiyorum!’ diye haykırmakta.
Bil ve inan! Rabbin sana ebedi hayatı vermek istemeseydi kalbine ebediyet arzusu vermezdi.
İnsanın aklı bilebildikleri ile ve kendi zamanıyla sınırlıdır. Dün söylenince akla inanılmaz gelen olayların bugün sıradan gerçekler haline gelmesinin sebebi budur.
Hülasa olarak, Bahar haşrin küçük bir numunesidir. Her taraf yeşillenir ve canlanır. Bunu gözümüzle görür ve yaşıyoruz.
Dolayısıyla çürümüş kemikler tekrar diriltilecek ve haşrolunacağız.