“Adil olun. Allah adaletle hükmedenleri sever. Adil şahitler olun…”
“İyiliği emredin, kötülükten men edin. Dosdoğru olun…”
“Mallarınızı haksızlıkla yemeyin. Borcunuza, emanetlere, sözünüze sadık olun …”
Şeklinde emredici yüzlerce ayet var. Tevhitten sonraki en önemli ilke “Adalet ve Doğruluktur.” Hz. Muhammed (sav) Peygamberlikle görevlendirilmeden önce, tanıyan herkes tarafından Emin – güvenilir olarak tanınıyordu. Siz doğru ve emin olmadıkça, iman ve ibadetlerden bir şey anlamamışsınız demektir.
Kur’an ve Resule iman edenler, mutlaka doğru ve güvenilir olmalıdırlar. Resule iman edenler ve şimdi gayri Müslimlerden iman edenler, İslam’a uymayan alışkanlıklarını terk ediyor ve İslam’ın emirlerine uyuyorlar. Peki, geleneksel ve kimlik Müslümanlarımız böyle midir?
Evet ismimiz Müslüman, belki bazılarımız bunu ‘Dava’ edindiği ve bunun için mücadele ettiğini de iddia edebilir. Peki gerçekten öyle midir? ‘dava’ dediği ve davet ettiğine kendisi ne kadar uyuyor?
Allah’ın Resulü “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.”
“İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır.”
“Akıllı Kişi Nefsine Hâkim Olan ve Ölüm Sonrası İçin Çalışandır.” Buyurmaktadır.
Biz bu ayet ve hadislere ne kadar uyuyoruz. Kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç, verdiğimiz zekâttan almamız gereken ders ve ahlakı alıyor muyuz? Bizi bencillikten, mal ve nefse kölelikten, çıkarcılıktan men eden bu ibadetlerin hakkını veriyor muyuz?
Emanete riayet, söze sadakat, borcunu güzel ödemek, kul hakkını yememek… Dinimizin önemli emirleridir. Allah huzurunda kul hakkının çok büyük vebali var. İstediğiniz kadar namaz kılın, oruç turun… Gösteriş yapın, üzerinizde kul hakkı oldukça Allah sizi affetmez.
Bir ara bir esnaf arkadaşa uğrarken, alacakları için bu ‘şeriatçı’ arkadaşa dert yakınanlara bu arkadaş! “Yok öyle olmaz. Alacağınızı o günkü dolar veya altın üzerinden hesaplayıp, öyle ödemesi gerekir” diyordu. Ne gülebildim ne de bu ‘Hakkı gözetleyen şeriatçı’ arkadaşa, “Yahu sen, bir daire parası aldığın adamın burnundan çıkararak, kuruş kuruş ve bir kısmını da mal satarak 7-8 yılda zehir ettin. Keyfinden düşmedin, alacaklıya bağırıp hasta ettiğin gibi, bir daire parası aldın ama hiçbir zaman bir kapı parası kadar toplu vermedin. Bütün parasını çarçur ettin. Aldığının kat be kat fazlasıyla zarar verdin. Ama ne böyle bir hak gözetledin, ne vicdan rahatsızlığı duydun ne de helallik isteme gereği duydun” diyemedim.
Evet böyle İman ve Müslümanlık olur mu? Bu yüzdendir ki, toplum üzerinde etkili olmuyor, bilakis fitne sebebi oluyoruz. Oysa kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç, verdiğimiz zekât bizi bu kötülüklerden men ediyor. Adama bir namazı geçirmek, mazeretsiz orucu bozmak zor geliyor ama cehennem ateşi olacak kul hakkını yemekten, zarar vermekten hiç rahatsız olmuyor. Kendi menfaati ve nefsi için bahaneler uyduruyor. Oysa namaz, oruç, zekât, hac… Hiçbir ibadet yediği kul hakkını affettirmez. Kullandığı misvak ve uyduracağı bahaneler, yediği haramı meşrulaştırmaz.
Evet yeni baştan ve neye iman edeceğimizi bilerek, samimice iman etmeliyiz. Elbette ibadetleri yapmalıyız ama ibadetlerin ahlakını almalı ve hakkını vermeliyiz. Dosdoğru ve güvenilir olmalıyız. Aleyhimizde bile olsa, hak ve Adaletten şaşmamalıyız.
Hiç kimsenin hakkına girmemeli ve zarar vermemeliyiz. Sözlerimize, emanetlere ve borçlarımıza sadık olmalıyız. Hiç kimseyi bize borç ve emanet verdiği, bize güvendiği için pişman etmemeliyiz. Birkaç kuruşluk dünya menfaati ve geride bırakacağımız dünyalıklar için başkasının hakkını yememeli, dünyalıklar için ahiretimizi cehenneme çevirmemeliyiz. Allah’ın huzuruna kul hakkıyla gitmemeliyiz, yoksa hiçbir kurtuluşumuz olmaz.
Derdi ve Davası İslam olanlar: Tevhit, Adalet, Güzel Ahlak, Kardeşlik; Söze, borca ve emanetlere sadakati ahlak, ders ve sohbetlerinin ana ilkeleri yapmalıdırlar…
Gelin! Bilerek ve dosdoğru yaşayarak, sözümüzde doğru olarak yeni baştan İman edelim