İşler yolunda gidince, aksiliklerle karşılaşmayınca ‘Şansım yâver gitti’ ‘Şans bana güldü’ ‘Şansım yardım etti’ ‘Şanslı olarak dünyaya gelmişim’ gibi sözler söylenir.
Bir de işler tersine gidince, aksiliklerle karşılaşınca ‘Biz de şans mı var?’ ‘Ben şanssız biriyim’ ‘Şansım olsaydı bu hale düşmezdim’ denir. Dert yanar, şikayetler edilir.
İŞİNİ ŞANSA BIRAKMA
Toplum içinde ise ‘şans’ kelimesi daha çok kumar, piyango, loto gibi oyunlarla ismi tekrar edilir. ‘Şansınızı deneyin’ ‘Şans kapınıza geldi’ gibi ifadelerle insanlar bu oyunlara özendirilir.
Şansa güvenen, Ümit bağlayan bir insanın, aslında sağlıklı bir düşünce ve psikoloji içinde olması pek mümkün değildir.
Mesela şansla iş görmeye başlayan insan, kendisini boşlukta hisseder, tesadüflere inanır. Sabah akşam kalbini, ruhunu, hatta hayatını ‘işini şansa bıraktığı için’ belirsizlik, stres, heyecan, telâş içinde yaşar.
İstediği olmazsa, arzu ettiği sonuca ulaşamazsa, sığınacak bir merci bulamadığından çaresizdir, huzursuzdur. Sıkıntıya kapılır, morali bozulur. O halin ezikliğinden kendisini kurtaramaz.
Şansa güvenen, Ümit bağlayan bir insanın, aslında sağlıklı bir düşünce ve psikoloji içinde olması pek mümkün değildir.
Böyle bir insan kendisini neden bu derece şansa kaptırmıştır? Sebebi gayet açıktır. Anne sütünden mahrum olan çocuk nasıl naylon emziğe sarılırsa; bu kişi de ‘dua, çalışmak, kader, tevekkül, kısmete rıza’ gibi imanından gelen gerçek dayanak noktalarını bilemediği için “şans” gibi belirsiz, boş bir şeye dayanmıştır.
DİNİMİZDE ŞANSA YER VAR MIDIR?
İslam’da ‘şans, talih’ gibi sözlerin yerine ‘Kader, tevekkül ve nasip’ gibi mefhumlar vardır. Bunların da kaynağı imandır.
Mü’min, Allah’a iman eder, Ona teslim olur. Maddi ve manevi kanunlarına uygun hareket eder. Elinden geleni yapıp sonuç için Ona tevekkül eder. Ondan yardım ister. Sonuçta ise iki dünya huzuruna ve mutluluğuna kavuşur.
Bununla alakalı Bediüzzaman “İman teslimi, teslim tevekkülü tevekkül ise Saadet-i Dareyn-i iktiza eder” buyurmuştur.
Çünkü imanlı insan, her şeyin sahibi olan Allah’a dayanır ve güvenir. Bu yüzden güçlüdür. Kâinata meydan okuyabilecek bir cesarete sahiptir. Kendisini yoktan var eden, dünya gibi yaşayacağı bir âlem hazırlayan, sağlık ve huzur gibi madde ile ölçülemeyecek nimetler İhsan eden, sadece dünyayı değil, kâinatı idare eden bir Rabbine dayanır ve sığınır.
ALLAH’A İNANMALI ŞANSA DEĞİL
Yaratıcısının, onu boş yere yaratmadığını, boşlukta bırakıp bir ‘tesadüf’ oyuncağı haline terk etmediğini de bilir. Dünyaya ilk göz açtığından hayata gözlerini kapatıncaya kadar geçen Ömür dakikalarının Allah tarafından bilindiğini bilir. Hiçbir şeyi sahipsiz ve başıboş bırakmayan Allah, kulunu da sahipsiz ve çaresiz bırakmaz.
Bunun için mümin tesadüfe bel bağlamaz. Ona hayatında yer vermez. Başına iyi de gelse, kötü de gelse İlâhî takdir altında olduğunu bilir. İstedikleri için helâl yollardan çalışır, çabalar. Bütün vesile ve sebeplere başvurur. Sonunda da onu ondan daha iyi bilen şefkatli ve cömer Rabbine tevekkül eder. Neticeyi Onun yaratacağını bilerek sonucu Ondan bekler, kaderin tecellisine razı olur, kanaat eder.
ŞANS YARATMAZ ALLAH YARATIR
Fakat ‘tesadüf’ ve ‘şans’ peşinde çırpınan insan öyle mi? O, ya elinden geleni yapmaz, hiçbir güç sarf etmez veya bunları yapsa bile o sonsuz kudrete dayanmaz.
Neticede ne olur? Kâinatın dilenciliğinden, yani her şeye, her güçlü gördüğüne el avuç açmaktan, güçlü farz ettiği şeyleri karşısında Acze düşmekten, hadiseler karşısında ürküp titremekten, kendinde bir şeyler vehmetmekten kurtulamaz ve dünyada huzur diye bir şey bulamaz. Hatta itikadını düzeltmezse, Allah korusun ebedi hayatını kaybetmek gibi bir tehlike ile de yüz yüze gelebilir.
İmanlı insan, her şeyin sahibi olan Allah’a dayanır ve güvenir. Bu yüzden güçlüdür. “Kâinata meydan okuyabilecek” bir cesarete sahiptir. Kendisini yoktan var eden, dünya gibi yaşayacağı bir âlem hazırlayan; sağlık ve huzur gibi madde ile ölçülemeyecek nimetler İhsan eden, sadece dünyayı değil, kâinatı idare eden bir Rabbine dayanır ve sığınır.