AKIL NEDİR, NASIL KULLANILIR?   

Yayınlama: 11.07.2024
Düzenleme: 09.07.2024 19:03
A+
A-

Akıl hakkında yapılan tariflerin bence en güzeli şu:

“Akıl, zatı ile maddeden mücerred, fiili ile madde ile alâkadar bir cevherdir.”

Bu tarife, okur okumaz hayran olmuştum. Ama, meseleyi tam olarak da kavramış değildim. Hem maddeden mücerred, hem de madde ile alâkadar olmak nasıl olurdu?

Bir zaman sonra şu misal hatırıma geldi:

Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyorduk ve bizi elektrik çarpmıyordu. Demek ki, elektrik, zatı ile o cihazda yoktu. Ama fiili ile onunla alâkadardı. Akıl ile beyin arasında aynen olmasa bile, benzer bir alâka olsa gerekti. Aklın vazifesi hakkında çok şeyler söylenmiş. Bunlardan oldukça kabul görmüş birisi şu:

“Akıl anlama aletidir.”

Akıl alet olunca, bir de onu kullanan olacaktır. Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı. Bu ise ruhtan başkası değil. Nitekim, yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “Aklını kullan” demiyor muyuz?

Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz. İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor. Nasıl desin ki, daha kendi mahiyetinden habersizdir.

Her aletin bir kapasitesi, her terazinin tartabileceği asgerî ve azamî yükler vardır. Bir tonluk kantarda, ne on tonluk demir tartılabilir, ne de on gramlık altın. Her iki halde de, alet bize bir fikir vermez. Yanlış sonuç gösterir.

Her aleti yerli yerinde kullanmayı düşünen, hiçbirine  gücünün üstünde yük yüklemeyen, onları hırpalamayan, ezmeyen, perişan etmeyen insan, her nedense, sıra kendi aklına gelince bütün bu tedbirleri unutur. Ona her şeyi yüklemeye kalkar. Halbuki aklın da iş görebileceği belli sahalar vardır. Hele bazı konularda insanın, değil konuşması, tahmin yürütmesi bile doğru değildir.

Her aleti yerli yerinde nasıl kullanmayı düşünen, hiçbirine gücünün üstünde yük yüklemeyen, onları hırpalamayan insan, her nedense, sıra kendi aklına gelince bütün bu tedbirleri unutur; ona her şeyi yüklemeye kalkar. Halbuki aklın da iş görebileceği belli sahalar vardır.

AKLIN ÜÇ SORUSU

Akıl ve vicdanın üç önemli sorusu:

Necisin, nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun?

İnsanların bu sorular karşısındaki düşünce ve davranışları birbirine pek uymaz.

Bir kısmı bu sorulara şahsi yorumlar getirirler. Yahut, yanlış bir yorumcunun peşine takılır, onun iddialarını tekrarlayıp dururlar. İç bükey aynanın eşyayı ters göstermesi gibi, onların da yanlış fikirlerle daima örselenen zihinleri, gerçekleri doğru olarak tespit edemez. Onlar bu ters görüntüye alışa alışa sonunda başkalarının hep yanlış düşündüğüne inanmaya başlarlar. Bazıları da, bu sorularla hiç ilgilenmez. Aklın ve vicdanın zorlamalarına hiç aldırmazlar. Onlar ne derlerse desinler, bunlar bildiklerini okurlar. Sefahat ve eğlencelerle, günlük dedikodularla, neticesiz tartışmalarla ömür tüketirler.

Bu adamlar kendilerince, doymanın yolunu açlığı düşünmemekle bulmuşlardır. Ama bu geçici ve geçersiz tedbir, ruhu hiç mi hiç tatmin etmez.

Üçüncü bir grup insanımız da var ki, bunlar okur, düşünür, sorar, öğrenir ve sonunda anlarlar ki: Ne insanlar başıboş, ne bu âlem sahipsiz. Her varlık bir kaderin planı ve bir kudretin icadıyla meydana geliyor.

Güneşin doğuşu ve batışı gibi, her canlının dünyaya gelişi ve göçüşü de; mükemmel bir nizam ve sonsuz bir ilim ile oluyor.

Bütün gelenleri getiren ve bütün gidenleri götüren birisi var.

Yıldızları ve gezegenleri döndüren, insanları gezdiren, balıkları yüzdüren hep o ilim ve kudret, hep o irade ve hikmet sahibi… İşte bunlar, Allah’ın kulu olduklarını bilen, ruhlar âleminden bu dünyaya “Rıza ve cennet” imtihanını kazanmak üzere gönderildiklerinin şuuruna varan ve ömürlerini istikamet üzere geçirip Saadet yurduna doğru yol alan bahtiyar misafirlerdir.

İç bükey aynanın eşyayı ters göstermesi gibi, bazılarının da yanlış fikirlerle daima örselenen zihinleri, gerçekleri doğru olarak tespit edemez. Onlar bu ters görüntüye alışa alışa sonunda başkalarının hep yanlış düşündüğüne inanmaya başlarlar.

AKLIN ULAŞAMAYACAĞI SAHALAR

En ileri akılların bile rehbersiz dolaşamayacakları nice meydanlar var.

İşte bunlardan birisi: Kâinat niçin yaratılmıştır?

Akıl ancak “kâinatın nasıl yaratıldığı” konusunda bir şeyler söyleyebilir. Fakat onun yaratılış gayesi, aklın sahasını aşar.

Aklın tek başına dolaşamayacağı bir diğer saha: “İnsanın Allah’a karşı vazifeleri.”

İnsan, her mahlukun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir. Ama Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez.

Bir başka saha, ölüm ve ötesi;  Kabir, Haşir, hesap, mükafat ve ceza… Bunlar hakkında tahminler yürütmek de aklı aşar. Bütün bu ve benzeri konularda, yani metafizik denilen sahalarda, aklın gereği, İlâhî fermana aynen uyumaktır.

“Fikrin sönük ise Kur’an’ın güneşi altına gir. İmanın nuruyla bak ki, Yıldız böceği olan fikrin yerine, her bir âyet-i Kur’an, birer yıldız misüllü sana ışık verir.”  (Bediüzzaman, Sözler)

Aklını yerinde kullanmayı Başaran insan, yardımda merhameti, nimette ikramı görür. Eserde sanatı okur, sanattan sanatkâra intikal eder.

İnsan, her mahlukun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir. Ama Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez,

AKLI DOĞRU KULLANMAK

Aklını yerinde kullanmayı başaran insan, yaprağın oynamasında rüzgarı seyreder, parmağın hareketinde ruhu keşfeder. Okşamada şefkati, yardımda merhameti, nimette ikramı görür.

Eserde sanatı okur, sanattan sanatkâra intikal eder. Okuldan mezuniyet sonrasını, dünyadan ahireti seyreder.

Günahta hesabı, inkârda ebedi azabı görür. İşittiği her cümleyi, bir ağacın meyvesi, yahut bir fabrikanın mahsulü gibi değerlendirir. O sözün arkasında çalışan tezgahı hayalen seyreder.

Şuursuz, akılsız, iradesiz ve hayatsız bir kâinatın elinde yetişen canlılar âlemini, ibretle temaşa eder. Kâinatı bir saray, canlıları misafi, İnsanları halife, sebepleri hizmetçi olarak değerlendirir.

Ağacın gölgesinde meyvesini yerken ve ciğerlerini temiz havayla doldururken, ne ağaca, ne de havaya değil, tabiatın tek sahibi ve Hâlık-ı olan Allah’a şükreder.

Âlemde hiçbir varlığın başıboş olmadığını görür ve kendine çeki düzen verir. Kulluk vazifesine azamî hassasiyet gösterir. Bedenleri hayatla neşelendiren ve hissiyatla kaynaştıran Cenab-ı Hakk’ın, şu sonsuz âlemleri de hadsiz meleklerle ve ruhanîlerle şenlendirdiğine inanır.

Kısacası, aklı yerinde kullanmak, o kıymetli sermayeyi Allah’ın razı olduğu sahalarda gezdirmekle olur.

Ve ebedî saadet, aklını böyle kullanan insanlar içindir.

Hülasa olarak, akıl Allah’ın insanlara vermiş olduğu en büyük nimetlerdendir. Önemli olan içtima-i hayatımızda aklı, müspet olarak yerinde ve zamanında kullanabilmektir.

Aklımızı, Ebedi hayat yurdu olan ahiret için çalıştırmaktır.

Rabbim bizleri aklını hakkıyla Allah için kullananlardan eylesin. Amin, Amin, Amin.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.